top of page
  • Facebook Social Icon

Gezmeyi seven arkadaşlar,

bana ulaşmak için lütfen
Yukarıdaki facebook simgesine 
tıklayınız

                                              LÜKSEMBURG

Sizlere Avrupa'nın en küçük ülkelerinden biri olan Lüksemburg'a yaptığım geziyi anlatmak istiyorum. Genelde tur firmalarının pek götürmediği ya da Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’tan oluşan ve Benelux bölgesi adı altında üç ülkeyi kapsayan turlardan oluşan , çok ender düzenlen turlar kapsamında gidilebilen bir ülke. Küçük ülkelere nedense hep ilgimi çekmiştir. Avrupa'da bunlardan bir kaç tane var. Başta Vatikan 700 nüfusu ile her halde dünyanın en küçük ülkesi. Avrupa'da ardından, İtalya'daki San Marino, İspanya sınırındaki Andora, Fransa'nın komşusu Monako, İsviçre'nin komşusu Lihtenştayn geliyor. Buralara bakılırsa Lüksemburg genişliği 82 Km, uzunluğu 57 Km ile biraz daha büyükçe bir ülke. Avrupa küçük küçük derebeylikler, dukalıklar, krallıklar geleneğinden geliyor. Yakın zamana kadar Almanya topraklarında 500 yakın derbeylik varmış. Napolyon'un işgalinden sonra birlikten kuvvet doğar düşüncesi ile bu günkü Almanya kurulmuş. Hatta hızlarını alamayıp AB'yi de kurmuşlar. Almanya birliği oluşturulurken nasıl olduysa Lüksemburg dışarıda kalmış.

Lüksemburg fotoğraflarına ulaşmak için buraya tıklayınız
Lüksemburg Sizlere Avrupa'nın en küçük ülkelerinden biri olan Lüksemburg'a yaptığım geziyi anlatmak istiyorum. Genelde tur firmalarının pek götürmediği ya da Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’tan oluşan ve Benelux bölgesi adı altında üç ülkeyi kapsayan turlardan oluşan , çok ender düzenlen turlar kapsamında gidilebilen bir ülke. Küçük ülkelere nedense hep ilgimi çekmiştir. Avrupa'da bunlardan bir kaç tane var. Başta Vatikan 700 nüfusu ile her halde dünyanın en küçük ülkesi. Avrupa'da ardından, İtalya'daki San Marino, İspanya sınırındaki Andora, Fransa'nın komşusu Monako, İsviçre'nin komşusu Lihtenştayn geliyor. Buralara bakılırsa Lüksemburg  genişliği 82 Km, uzunluğu 57 Km ile biraz daha büyükçe bir ülke. Avrupa küçük küçük derebeylikler, dukalıklar, krallıklar geleneğinden geliyor. Yakın zamana kadar Almanya topraklarında 500 yakın derbeylik varmış. Napolyon'un işgalinden sonra birlikten kuvvet doğar düşüncesi ile bu günkü Almanya kurulmuş. Hatta hızlarını alamayıp AB'yi de kurmuşlar. A

Dönem dönem, Fransız, Almaya, Belçika işgallerine uğramış fakat sonra nasıl olduysa müstakil bir devlet olmasına göz yummuşlar. Ülkeye küçük dediğimize bakmayın, hayat standartları şaşırtıcı. 85 Bin USD senelik milli gelirle, kişi başına düşen milli gelirde dünyan birincisi. 500 bine yakın nüfusa sahip. Fransız, Alman ve Flaman kültürlerinin kesişim noktasında konumlanmış bu küçük ülkede Almanca, Fransızca ve Lüksemburgca olmak üzere üç resmi dili var. Okullarda eğitim bu diller üzerinden yapılıyor, İngilizce de öğretiliyor. Yoğun bir Portekizli göçü olmuş. Nüfusun % 20 ni Portekizli göçmenler oluştursa da bu dil konuşulmuyor.

Ülkede parlamenter temsili demokrasi ile birlikte anayasal krallık sistemi vardır. Grandük unvanını taşıyan bir monark tarafından yönetilen ülke eski dönemlerden günümüze ayakta olan en büyük dükalıktır. Avrupa'da bu çağdaşlık işi ile krallık, dükalık işini bir birine karıştırmadan, geleneksel yönetimlerini götürmeyi çok güzel becermişler. Krallıklarından, dükalıklarından geri adam atmamışlar fakat sanayi ve teknolojiden de geri kalmamışlar. demek her şey, yönetimde değil insan faktöründe bitiyor. Dünyanın en iyi yönetim biçimine sahip ol !, yetişmiş insanın yoksa bir yere varamazsın. İsterse krallık, dükalık olsun yetişmiş insana sahipsen Lüksemburg gibi milli gelirde dünya devi olursun.

Bunlarla birlikte Lüksemburg hükumeti son dönemlerde bir internet merkezi olmak için girişimde bulunmuş ve sağladığı kolaylıklarla Skype, eBay ve Jajah gibi tanınmış internet şirketleri, yerel ya da uluslararası genel merkezlerini Lüksemburg'a taşımışlardır. Ayrıca dünyaca tanınmış ve 8 ülkede yayın yapan RTL adlı TV şirketinin de genel merkezi bu ülkededir. Dünyanın lider lastik üreticilerinden Goodyear, Lüksemburg Hükumeti ve IEE Şirketi işbirliği ile inovasyon çalışmalarına yönelik kurulan otomotiv kampüsünün kurucu ortağı olarak ülkede çalışmalarına başlamıştır.

Lüksemburg Hükümeti’nin işbirliğiyle kurulacak olan ve otomotiv sektöründe teknolojik yenilikler üreten şirketlere, teknoloji harikası tesisler sunan özel bir araştırma ve geliştirme alanı olacak Lüksemburg Otomotiv Kampüsü’nün, Goodyear’ın müşterilerin ve tüketicilerin taleplerine yönelik geleceğin mobilite çözümlerini, akıllı ürünlerini, hizmetlerini üretme ve sunma konusundaki katkı sağlanması hedeflenmekte. Lüksemburg Hükümeti ile güçlü bir işbirliğine sahip olan Goodyear, Lüksemburg’da son 70 yıl içinde üç tesis, test alanları, laboratuarlar, dağıtım tesislerinin yanı sıra, global inovasyon merkezi açtı. Goodyear’ın kampüsteki yeni tesisi, aralarında inovasyon merkezinin yanı sıra bölgesel ve global birimlerden gelen 1.000 civarında bilim insanı, mühendis ve teknisyenin de bulunduğu 1.500 kişiye ev sahipliği yapacak.

Lüksemburg ekonomisi istikrarlı, yüksek gelirli, büyüme hızı yüksek bir ekonomi. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 yılı verilerine göre, Lüksemburg AB ülkeleri içinde en rekabetçi 8., dünyada ise 20. ülkedir. Ülkede enflasyon ve işsizlik oranları son derece düşüktür. 1960 yılına dek çeliğin egemen olduğu sanayi sektörü, 1970’ler de düşüşe geçince, çelik sektörünü yerine yeni bir ana sektör arayışına girmiş ve bilinçli bir tercihle finans ve bankacılık, çeşitlenmiş ve kimyasallarla kauçuk işleme alanlarına girilmiş. Ülke Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyanın en büyük ikinci yatırım fonu merkezi ve Euro alanı içindeki en önemli ikinci bireysel bankacılık merkezidir. Avrupa'nın en önde gelen sigorta şirketlerinin merkezi durumundadır. Lüksemburg ekonomisinin itici gücü olan finansal hizmetleri, milli hasılatın % 27 ni, istihdamında % 10 nu oluşturmakta. Küçük olmasına rağmen yatırım fonu yönetimi merkezi rolünü başarıyla sürdürmekte ve büyük servete sahip bireylerin birikimlerini çekebilmektedir.

Lüksemburg’da bulunan Goodyear İnovasyon Merkezi Genel Müdürü Carlos Cipollitti; “Goodyear’ın Lüksemburg tesislerindeki üretimde yer almayan ekiplerin tek bir çatı altında toplanması, işbirliğini, verimliliği artırmanın yanı sıra, ‘tek takım’ halinde çalışma becerimize de büyük katkı sağlayacaktır. Yeni kampüs, çalışanlarımızın bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçlarına cevap vermesinin yanı sıra, en parlak ve yetenekli kişiler için teknoloji harikası bir çalışma ortamı sunacaktır” açıklamasını yapmıştı. Bunlar ülkeyi teknolojik bir merkez haline de getiriyor. Bunlar önemli tabi fakat asıl önemli olan, gezmek için gelecek turistlerin ülkede ne göreceği.

Şehire gelince otel aramaya başladım. Bir otel buldum, fiyatı ne kadardı?, kaç gün kalacaktın gibi resepsiyondaki görevli ile aramızda kısa bir konuşma geçtikten sonra, yüzüme biraz dikkatli dikkatli baktı, duraksadı ve sonra, Türkçe olarak bana sordu, " sen Türkiye'den mi geliyorsun?". "Evet "deyince, " söylesene kardeşim ya Türk olduğunu, Türkçe varken elin lisanı ile bizi ne diye uğraştırıyorsun " dedi. Sanırım aksanımdan Türkiye'den geldiğime kanat getirmişti.

Önce Lüksemburga nasıl ulaşırız dan başlayalım ?. Türkiye'den Lüksemburg Findel Uluslararası Hava limanına direkt uçuşlar mevcut. Hava limanından 6 km bir yolla şehir merkezine kolayca ulaşılabiliyor. Fakat bilet fiyatları yüksek. Uçuşların yoğun olduğu hava limanlarına rekabetten dolayı daha uygun bilet bulmak mümkün. Bürüksele gidip, karyoluyla geçiş daha uygun gözüküyor. Bir çok Avrupa ülkesinden trenle ulaşmak mümkün. Bürüksel, Paris, Trier gibi merkezlerden kısa sürede ülkeye gidiliyor. Bir çok şehirden otobüslerle de uygun fiyatlı ulaşım mümkün. Avrupa'da tren ulaşımı otobüse göre hatta bazı hatlarda uçağa göre çok daha pahalı. Benim yolculuğum Bürksel'den bindiğim trenle başladı. Merkezin yakınındaki hattan geçen tren, bu ülkeden inecekleri bırakıyor. Sonra servisle ülkenin başşehrine geliyorsunuz.

Dilimizi kolayca konuşabildiğimiz birini bulduğuma mı ? sevineyim, yoksa gereksiz yere !!, yabancı dil öğrenmek için kafa patlattığıma mı ? üzüleyim mi?, karar veremedim. Sonuçta her taşın altından bir Türk çıkıyor ve bu sizin yabancı dil öğreniminizi boşa çıkartıyordu !. Ardından sordum, " ne kadar zamandan beri burada çalışıyorsun? ". "Yok" dedi, "otel benim, aslında Almanya'ya gelmiştim ama bir rüzgar beni buralara attı, ne sen sor ne ben söyleyeyim uzun hikaye boş ver" . Tamam dedim benimde zaten fazla hikaye dinleyecek zamanım yok, arkadaş burada nerelere gidilir?, sen bana onu anlat.

NOTRE DAME KATEDRALİ

Lüksemburg’da bulunan tek katedral olan Notre Dome Katedrali Hamilus’a oldukça yakın bir Katolik Katedralidir. Tarihi yapı turistlerin en önemli ziyaret yerlerinden. Rönesans tarzı süslemeleri ve gotik mimarisi önemli olsa da, bu ziyaretçilerin çoğunu ilgilendirmiyor. Onlar ülkenin koruyucusu aziz olarak kabul ettikleri evi Maria Consolatrix Afflictorum'a daha yakın olmak için Notre Dame Katedralini ziyaret ediyorlar. Bizdeki türbeler gibi.

ANOS VOLONTAİRES DERS CUERRES

Altın kız heykeli de diyebilirsiniz. Burada bulunan anıtın üzerinde altın kaplama bir kadın figürü bulunuyor ve altın kız anlamına gelen Golden Lady olarak da anılıyor. Lüksemburg Birinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız kalmasına rağmen Almanlar tarafından işgal edilmiş. Bu işgal yüzünden bir grup Lüksemburglu Fransa ve Belçika saflarına katılarak Almanlarla savaşmışlar ve yaklaşık olarak bu gruptan 2 bin kişi bu savaşta hayatını kaybetmiş. İşte bu anıt, orada hayatını kaybeden vatansever Lüksemburg askerlerinin hatırasına dikilmiş. Altında hayatını kaybeden bir askerin başında yas tutan bir erkek figürü de bulunan anıt 1923 yılında yapılmış. Buna kızgın olan Almanlar ikinci Dünya Savaşı ile yeniden işgal ettiği ülkede, anıtı kaldırarak parçalarını ayrı ayrı yerlere göndermişler. Savaştan sonra bu parçalar toplanarak tekrar onarılan anıt, günümüzdeki haline ancak 1984 yılında kavuşmuş.

HAMİLUS MEYDANI

Hamilus Meydanından başlayalım. Şehrin merkezi bu meydanda. Şehrin en önemli mağazalarının yer aldığı cadde Grand Rue'de meydana yakın. Grand Rue trafiğe kapalı, mağazalar ve kafelerin olduğu bir cadde ve şehrin en hareketli kısmını oluşturuyor. Civarda güzel restoranların yanında Mc Donalds, Pizza Hut gibi fast food yiyebileceğiniz mekanlar da var. Sokak şarkıcılarından santlarını icra edenlerde rastlıyorsunuz. Renkli bir ortam, turist bilgilendirme merkezinde burada bulabilirsiniz.

TİYATRO MEYDANI

Lüksemburglu sanatçı Bénédicte Weis’ın Soytarılar adlı gayet güzel heykellerinin olduğu tarihi bir meydan. Arkada da kaliteli filmlerin oynatıldığı sinematek bulunuyor. Aynı zamanda bir sinema müzesi gibi. Gezerseniz eski filim afişlerini, eskiden kullanılmış emektar filim projeksiyon makinelerini görebilirsiniz.

GRUND

İki kattan oluşan Şehrin alt kısmına Grund deniyor. Hamilus Meydanı’ndan     10 dakika yürüyerek ulaşılan asansör ile yada vadi kenarlarındaki yollar kullanılarak yürüyerek inilebiliyor. Grund’da bulunan Alzette çayının çevresinde bulunan cafe ve restoranlar özellikle bahar ve yaz aylarında oldukça yoğun bir şekilde turistlerin ilgi odağı oluyor.

PETRUSSE CASEMATES TÜNELLERİ

Luksemburg’un en önemli turistik ziyaret noktalarından olan Petrusse Casemates, yer altı ve mağara tünellerinden oluşuyor. Tüneller şehrin savunmasında tarihte büyük rol oynamış. 1644 tarihinde İsviçreli mimar İsaac Von Treybach tarafından inşa edilmeye başlanmış ve sonrasında birçok eklemeler yapılmış. Uzunluğu yaklaşık olarak 23 kilometre olan tünellerin içinde o dönemde atlar dolaşmış ve toplar yerleştirilmiş. Zamanında bu tünelde 35.000 kişinin yaşadığı da söyleniyor.

ADOLPHE KÖPRÜSÜ

Dük Adolphe adına inşa edilmiş köprü önemli turistik mekanlardan biri. Pétrusse nehri üzerindeki 1900 yılında inşasına başlanmış olan bu köprü tren garını şehir merkezine bağlamaktadır. Turistler iyi hatıra fotosu çektirsin diye köprünün üzerinde fotoğraf çekebilmek için özel alanlar inşa edilmiş.

LÜKSEMBURG SURLARI

Unesco mirasında bulunan Lüksemburg’daki tarihi surlara şehrin alt kımında bulunan Grund’dan ulaşabiliyor. Alzette nehri boyunca yürüyerekte surlara ulaşılabilir. Yıllarca askeri amaçla kullanılan surlar şu an turistler için önemli bir noktadır. Zamanla büyütüle büyütle 24 km uzanan surlar, 1867 yılında imzalanan Londra Antlaşması ile yıkılmasına karar veriliyor. Avrupa'nın egemen güçleri, Lüksemburg'un tarafsız kalması ve üç ay içerisinde kale ve surların tahliye edilerek yıkılmasına karar veriyor. Bu karar yaklaşık 900 yıl boyunca sürekli büyüyen devasa kale ve surların yıkılması ile Lüksemburg'un açık ve savunmasız bir şehir haline getiriyor. 24 km.den daha uzun olan yer altı tünelleri ile kışlaların yıkılması 16 yıl sürüyor ve maliyeti 1,5 milyon altın frank tutuyor. Yine de 28 kapıdan 12'si ve bazı yer altı tünelleri kapatılıyor .Kapıların bazısı halen ayaktadır.

ULUSAL TARİH VE SANAT MÜZESİ

Müze 1839'da 1.Londra Antlaşması gereğince bağımsız olan Lüksemburg'un tarihini anlatmak amacıyla kurulmuş. 1854 yılında tarihçi ve arkeologlar, Lüksemburg Dükalığı Tarihi Anıtları Koruma Kurumu adlı bir arkeoloji kurumu'nu kurdular. Bu kurum Lüksemburg'taki tarihi varlıkların korunması görevini üzerine aldı. Bu kurum 1868 yılında Kraliyet tarafından arkeolojik varlıkları koruduğu gerekçesiyle övgü aldı. Müzede sanat çalışmaları ve Lüksemburg tarihiyle ilgili parçalar sergilenmektedir. Müze şehrin tarihi bölümünde Fish Market Caddesi üzerindedir.

GUİLLAUME MEYDANI

Guillaume Meydanı şehirin en geniş alanlarından biri olup tarihi Fransisken Manastırı bulunuyor. Yalnızca yayaların kullanımına açık. Alanda Hollanda Kralı ve Lüksemburg Dükü olan II William ’ın atlı bir heykelinin bulunduğu meydanda, belediye binası ile meşhur Tremont Aslanları yer alıyor. On altıncı yüzyıla ait Raville Evi muhteşem cephesi, güzel balkonu ve spiral merdi-veleri ile bu meydanda. Meydanda görülebilecek diğer yerler arasında ise nefes kesici manzarası ile Spanish Turret ile eski Vauban şövalyelerinin barakalarının bulunduğu Grünewald, Olizy ve Thungen öne çıkıyor. Hemen yakınlarda görülebilecek bir Rönesans başyapıtı ise 1572’de yapılan Grand-Dük Sarayı.

DÜK SARAYI

1572-1795 tarihleri arasında Luksemburg’un ilk belediye binası olarak inşa edilen dükün sarayı mutlaka görülmesi gereken yerlerden. İkinci dünya savaşında saray, Alman işgaline uğramış ve Naziler tarafından eğlence amaçlı olarak konser ve taverna salonu olarak kullanılmış. 1945 tarihinde tekrar eski durumuna getirilmiş. Günümüzde ülkenin dükünün ikamet ettiği yer olarak kullanılan sembolik bir yapı.

BÜYÜK DÜŞES CHARLOTTE HEYKELİ

Asalet ünvanları, Lüksemburg düşesi Charlotte‘un Bourbonlardan bir asille evlenerek soyunu devam ettirmesinden dolayı Bourbon Hanedanlığına dayanan şimdiki dükalık da aynı hanedanın soyundan geliyor. Ancak bu evlenmelerle hanedan dönem dönem farklı ailelere de geçmiş. Habsburglardan tutun da Fransızlara, Belçikalılara, Hollandalılara kadar ya yönetim ya da evlenmeler yoluyla bağlılıklar yaşamış bir yönetimleri olmuş. Ülkeyi 1919-1964 yılları arasında yöneten Düşes Charlotte için yapılan bronz heykel Hamilus’tan Grunda giderken geçeceğiniz meydanda bulunmaktadır.

Bu minik ülkenin, minik başkentinin gezilecek önemli yerleri buraları. Birde kasaba büyüklüğünde Diekirch, Grevenmacher, Müllerthal, Echternach adlı yerleşim merkezleri ve adını çokça duyduğunuz Schengen'in köyü, şifalı termal sularıyla ünlü Mondorf-les-Bains de bulunuyor. Önce Schengen köyünden başlayalım.

SCHENGEN KÖYÜ

Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi ilk beş ülke arasında, sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerini bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan Şengen antlaşması bu köyde imzalanıyor. Bizlerin baş belası Şengen vizesi buradan geliyor. Her girişte bu vizeyi alabilmek için para vermek durumundasınız. Bu ismin nereden geldiğini merak ediyorsanız bu köyden geliyor. 11 kilometrekarelik bir alana sahip bu köyde, yaklaşık 3 bin kişi yaşıyor. Schengen Anlaşmasından önce kimsenin tanımadığı kasabanın kaderi 14 Haziran 1985 yılında imzalar atıldıktan sonra değişmiş ve dünyaca ünlenerek, turistlerin gözde gidilecek yerlerinden biri olmuş. Lüksemburg, Almanya ve Fransa sınırlarının kesiştiği noktada Lüksemburg sınırları içinde Moselle nehrinin kıyısında kurulmuş olan bu küçük köy de önemli bir tarihi yapı var. 1390 yılında yapılan Schengen Kalesi turistlerin ziyaret mekanlarından. 19. yüzyılda yeniden inşa edilen kale, günümüzde otel ve konferans salonu olarak kullanılıyor.

VİANDEN

Diekirch bölgesinin de parçası olan Vianden eyaletinin başkenti ve merkeze 10 km uzakta. Ülke zaten küçük bir de eyaletleri ve böyle eyalet başkentleri de var. Vianden, 1,800 nüfusu ile Lüksemburg’un kuzeydoğusunda bulunan ve Oesling’de şehir statüsüne sahip olan aynı zamanda bir komün. Başkent dışında en popüler yer olan kuzeydoğudaki orta çağ şehri Vianden, örme taş sokakları ve tepede bulunan kalesiyle Avrupa’nın birçok şehrini güzelliği ile kıskandırıyor. Orta çağ döneminde yapılmış olan kale, 19. yüzyılda restore edilmiş. Kaleye çıkan yollar ve patikalar son derece dikkat çekici olmakla birlikte yükseklik korkusu olanları için biraz zorlu. Kalenin içinde bulunan küçük müze bölümünde; 11. yüzyıldan kalan goblenler, zırhlar, süslü mobilyalar göz kamaştırıyor

VİKTOR HÜGONUN EVİ

Notre Dame'ın Kamburu ve Sefiller'in yazarı olan Hugo'nun şehrin Limpersberg bölümünde bir süre konakladığı ev bulunmaktadır. Romancının yaşadığı restore edilmiş malikanede kurulan bu müze, 1871'de sürgün yollandığı sırasında birkaç ay geçiren yazarın resim, metin ve kişisel eşyalarını sergiliyor. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo, burada bir süre sürgünde kalmış. Bölgede, kendisinin sürgünde iken yaşadığı ev, günümüzde “Victor Hugo House” olarak düzenlenmiş ve 1935’ten bu yana müze olarak kullanılıyor. Ayrıca, Rodin tarafından yapılan bir büstü de eserler arasında.

ECHTERNACH KASABASI

Müllerthal şehrinden biraz daha doğuya doğru gidildiğinde ise karşınıza Echternach kasabası çıkıyor. İsviçre'nin küçüğü olarak da bilinen kasabada taşlık dağlar, tepeler, ormanlar sürekli birbiri ile kesişen yürüyüş yolları doğa yürüyüşü ve bisiklet sevenler için adeta bir cennet ortamı yaratıyor. Bu film seti havasındaki Echternach’ın kuzeyindeki ormanlıklarda, treking yaparak çevreyi keşfedebiliyorsunuz. Şehrinin meydanında harika ve muhteşem bir manastır bulunuyor. Buradaki 7. yüzyıla ait Benedictine Manastırı ve St. Willibrord Bazilikası görülmesi gereken yerler arasında. Kasaba aynı zamanda dini de bir merkez. Her Salı günü düzenlenen oldukça renkli bir dini ayine ev sahipliği yapan kasabayı her yıl yüzlerce hacı ziyaret ediyor.

ESCH-SUR-SÛRE KÖYÜ

Ülkenin kuzey batısında yer alan Sure Nehriinin kenarına kurulu küçük köy Esch-sur-Sure, ülkenin en güzel tatil merkezlerinden biri. Wiltz Kantonuna bağlı olan köyde 500 kişi yaşıyor. Fakat buraların köyleri bizim köyler gibi değil, kartpostal gibi yerler. Eğer su sporları ile ilgileniyorsanız Upper Sure Ulusal Parkının muhteşem güzelliği içerisinde harika bir yapay göl bulunuyor. Aynı zamanda ülkenin tek içme suyu da bu bölgeden çıkıp dağıtılıyor.

CLERVAUX

Ülkenin küçük, sevimli, sanata önem veren ve aynı zamanda tarihi ile ünlü bir yerleşim bölgesi Clervaux. Şehir 12.yy da yapılan kalesiyle ünlü. Günümüzde devlet dairelerine, turist merkezine, küçük bir savaş müzesine ve dünyaca ünlü bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Clervaux’da bulunan Edward Steichen’in “Family of Man” fotoğraf sergisi çok ilginç ve gezilmeye değer. Dünyanın farklı yerlerinden çekilmiş 500 insanın fotoğraflarının sergilendiği ve tanıtımlarının yapıldığı sergi dünya mirasları listesinde yer alıyor.

ARDENLER BÖLGESİ

Lüksemburgun Kuzeyi, Clerf ve Bourschei yerleşim merkezleri arasındaki bölgedir. Ardenler Taruzunun geçtiği tarihi bir yer olması ile Lüksemburg’un en önemli turistik yerlerinin başında geliyor. Clerf ve Bourschei civarda ufak kalelerin olduğu ve Eisleck adıyla da bilinen bölge çok güzel bir doğaya, vadi ve nehirlere de sahip. Doğasından dolayı İsviçre'ye benzetilen bölge, bisiklet sürmek, dağ yürüyüşleri ve kaya tırmanışları gibi aktiviteler için güzel imkanlar tanıyor. Özellikle Obersauer ve Our doğal parkları tabiat ile iç içe bir tatil, kampçılık yapmak isteyenler için çok uygun.

Bu küçük fakat sevimli ülke gezimiz burada sona eriyor. En güzel gezilecek mevsim Eylül olarak söylenmekle beraber, fotoğraf çekiyorsanız çok güzel pozlar yakalayabilmek için yaz aylarını tavsiye derim. Ülke manzaraları minik, sevimli, gerçekten kartpostal gibi. Fakat kapılı havalarda güneş ışığı olmadığından güzel poz alamıyorsunuz. Ben gittiğimde maalesef kıştı ve havalar hep karanlıktı. Hakkıyla 5-6 günde ağır ağır gezilecek bir ülke. Zamanınız yoksa sadece merkeze uğrayıp bir günde de gezebilirsiniz.

Yazıyla ilgili görüş ve sorularınızı bana facebook üzerinden iletebilir, arkadaş ekleyebilirisiniz
bottom of page